Haber Detayı
25 Kasım 2013 - Pazartesi 01:15
 
Halil İbrahim Keleşoğlu: “Kocaeli’nde en üst makamdan aşağıya kadar dengesiz bir yapı var”
Röportaj Haberi


Gezi eylemlerini "Türkiye’de Halk İradesinden umudunu kesenler, sandıktan umudunu kesenlerin de teşvikiyle, tazyikiyle Taksim’de üç tane ağacı bahane göstererek ortalığı yıktılar." şeklinde yorumlayan Keleşoğlu röportajını zevkle okuyacağınızı umuyoruz.

Sayın Keleşoğlu kendinizi kısaca tanıtır mısınız?


Ben Halil İbrahim Keleşoğlu. Trabzon of ilçesi Fındıkoba köyünde dünyaya geldim. 64’ün aralık ayının son günlerinde 01.01.1965 olarak klasik bir doğum tarihim var. İlkokulu komşu köyde başladım diyim. Köyümde başladım. İstanbul’da okudum. Üç dört tane okul değiştim ilkokulda. Aynı şekilde ilkokuldan sonra imam hatip lisesine gittim. Ortaokul kısmı ve lisede dört tanede imam hatip lisesi değiştim. Çok değişik illerde değişik okullarda okudum. İlkokulu İstanbul’da bitirdim. İmam hatibi en çoğunu İstanbul’da okumama rağmen Trabzon imam hatipten mezun oldum. Bir sene ara verdikten sonra kısaca diyanette de bir görev alma durumumuz oldu. Ondan sonra ilahiyat fakültesine gittim. Uludağ üniversitesi ilahiyat fakültesinde okudum. Hazırlık dâhil 5 yıl okudum ve 1990 yılında ilahiyat fakültesinden mezun oldum. Ben ilahiyat fakültesine gitmeden önce evlendim. İlahiyat fakültesini bitirdiğimde 3 tane çocuğum vardı. Şu anda da bir tane torunum var.


Yani başbakanın 3 rakamını oradayken tutturdum diyorsunuz! (gülüşmeler)


İlahiyat fakültesinden sonra bir iki sene serbest ticaretle de uğraşma teşebbüsünde bulunduktan sonra Ağrı Doğubayazıt’ta öğretmenliğe başladım. 96’da da körfez Atatürk ortaokuluna atandım ve 96’dan beri Körfez Atatürk Ortaokulundayım. 10 sene 20 senedir çalışıyorum.

Bu süre içerisinde sendikacılık!


Bu süre içerisinde 96 yıllarında 98’e kadar sendikacılığın bizim kültürümüzde yerinin olmadığına inanan bir kişiydim. Okulda arkadaşlarla Eğitim Bir’e gidiyorduk, benim sendikacılık kafama yatmıyordu. Ne zaman 28 Şubat süreci başladı, ben o zaman sendikacılığın gerekli olduğuna inandım ve hiç kimsenin ummayacağı şekilde sendikacılığa sarıldım. Önce körfez ilçe yönetimine girmiş oldum. Bir müddet sonra körfez ilçe başkanı oldum ve Körfez ilçe başkanlığını dokuz ay yaptıktan sonra da, ilk seçimlerde Kocaeli şube başkanı oldum. Eğitim Bir Sen Kocaeli şube başkanı.


Sendikacılığa başlama nedeniniz sivil toplum örgütlerinin gücünün farkına varmak mı, bu konuda bir açık olduğunu görmek mi?

Sendikacılığa başlamak çok düşündüğüm bir şey değildi. Hiç hayalimde olan bir şeyde değildi. Ama 28 Şubat sürecinde bizim insanlarımıza yapılan o zulümler, baskılar sendikacılığın bizim kültürümüzde yeri yoktur diyen ben için, sendikacılık için, olmazsa olmaz olarak gördüm ve kitlesel bir hareketle mücadeleyle hakların alınabileceğini veya haksızlıkların karşısında durulabileceğine inandım ve o inanç beni yıllardır şube başkanı olarak tutuyor.

Hem bir eğitimci olarak hem de sendikal kimliğinizle Kocaeli’nin son on yılında adınızdan çokça söz ettiriyorsunuz. Bize Kocaeli’nin eğitimdeki durumunu nasıl gördüğünüzü kısaca özetler misiniz?


Son yıllarda Türkiye’de eğitim adına çok büyük yatırımlar yapılıyor. Kocaeli’nde de büyük yatırımlar yapılıyor. Ancak bu yatırımlar tüm illerde olduğu gibi Kocaeli’nde de yeterli, çok yeterli olmuyor. Veya yeterli derecede olmuş olmuyor. Haliyle Kocaeli eğitim durumu bakımından sabit bir nüfusa sahip değil. Sürekli artan ve göç alan bir memleket olduğu için öğrencilerde genelde göç gelen ailelerin çocukları olarak, ekmeğin derdine düşmüş ana babanın çocukları olarak, genel itibariyle çocuklarıyla ilgilenemeyen anne baba ve bu çocukların eğitimiyle kozmopolit, oturmayan bir nüfus eğitimi olduğundan, Kocaeli istenilen başarıyı istenilen ölçüde hiçbir zaman elde edemez. Ama olması gerektiği yerde de değil. Bunun birkaç türlü sebebi vardır. Bunun genel sebepleri vardır, Kocaeli’ye özgü sebepleri vardır. Genel sebeplerine bakacak olursak genel itibariyle Türkiye’de eğitimi öğretimi veren öğretmenin değerli görülmeyişinden kaynaklanan sebepler var. Bu değerli görülmeyiş ona verilen, toplumda verilen değer ve maaş olarak verilen maaşla da paralellik arz ediyor ve gerekli değer verilmediği görülüyor.


Son yıllarda öğretmenin değerinin çok daha yıprandığı söyleniyor!


Aynen doğrudur. Son yıllarda, eskiden yani tabir hoş görülsün “eti senin kemiği benim diye” öğretmene güvenilerek teslim edilen öğrenciler bugün “yavrum ödevini niye yapmadın?” dendiğinde hemen aile, anası, babası geliyor “benim çocuğumun moralini bozdun, psikolojisini bozdun, niye ödevini yapmadın dedin sen benim çocuğuma” diye öğretmenden hesap soruyor. Haliyle öğretmenin herhangi bir değeri olmuyor ve de gücü de olmuyor çocuk karşısında, öğrenci karşısında, veli karşısında. Bunu maalesef, maalesef milli eğitim bakanlığı yetkilileri ve devlet yetkilileri de, bunun böyle gitmesi noktasında körüklüyorlar.


Yani öğretmen hiçbir şey çocuğa diyemez veyahut hiçbir istekte bulunamaz. Sen işini yaparsın. Ama iş sadece ders anlatmaksa öğretmenler derslerini anlatıyorlar.


Öğretmenleri soğuk demirler gibi mi görüyorlar? Sinirden tamamıyla arındırılmış sadece öğrencinin dediğini yap, ona bir şey öğretmeye çalış!

Tabii öğretmeni bir manada robot haline getirmişler gibi. Sen girersin dersini anlatırsın, efendim çocuk seni dinler dinler, dinlemez dinlemez, sınavını yaparsın kanaatini de kullanırsın dersini de geçirirsin, öğretmenliğini de yapmış olursun!


Ancak başarısızlıkta sorgulanıyor bu arada. Neden bu çocuk başarısız oldu diye?


Mutlaka. Şimdi burada şu var. Burada karşılıklı saygı sevgiye bağlı olmalı. Öğretmenlere hem devlet yetkilileri, devlet değer vermeli. Öğrenci velileri değer vermeli. Haliyle öğrenciler değer vermeli. Değer verilen insanın söz dinlenir. Değer verilen insanın sözü yerine getirilir. Öğretmen değersizleştirilirse, onun vereceği ödevde ondan istediği tavrı davranışta yapılmaz. Öğrenciden istenen tavır davranış.


Haliyle öğretmenin değerli kılınması lazım eğitimde başarılı olmak için. Bir de Kocaeli’ye özgü olarak biz şunları görüyoruz; marifet iltifata tabidir. Herhangi bir yanlış yaptığında öğretmen ona soruşturma açılarak ceza verilmede koşuşturanlar, öğretmenler başarı gösterdiğinde bu başarıyı ödüllendirmede çok cimri davranıyor. Hatta dengesiz yapı var Kocaeli’de. Bazı yerlerde…


Özellikle Kocaeli’yi belirtiyorsunuz?


Tabii Kocaeli’nde en üst makamdan aşağıya kadar dengesiz bir yapı var. Ödüllendirme noktasında. Hani ne diyor; “alın teri kurumadan emeğin karşılığını verin” denen anlayış olması gerekirken veya bir yanlış yaptığında hemen başına çöreklenirken ama güzel bir iş yapanı, başarılı, eğitim öğretimde fayda sağlayanı da ödüllendirmek gerekiyor. Haliyle marifet iltifata tabiidir. Eğer bunlardan daha değişik gelişmiş marifetler bekleniyorsa onlara iltifat etmek lazım. Sadece tehdit veya ceza ile bu iş götürülmez. Ki, Kocaeli’nde bazı ilçelerde bu tip ödüllendirmeler vesaire dengeli bir şekilde götürülüyorsa orda bir sıçramanın olduğu, eğitim eğitimde de sıçramanın olduğu görülüyor. Ama bazı yerlerde maalesef hakkaten bu ciddi oranda eleştirilecek seviyede. Ve yetkililer ödül vermemeyi prensip haline getirmiş, hatta görevi olmasına rağmen görevini yapmıyor. Bununla ilgili yönerge var, yönetmelik var. Bunlar uygulanmıyor. Haliyle insanlar üstün başarı gösterdiği zaman, başarılı işler yaptığı zaman, o başarıların devamını motive ederek getirmek gerekiyor. Ama başarının herhangi bir aferini yoksa herhangi bir değeri yoksa herhangi bir sırt sıvazlaması yoksa ve başarıya devam edelim diye, efendim, teşvik etmek mümkün olmuyor.

Yani ceza ve korkutma ile başarı mı sağlanmaya çalışılıyor?


Sadece ceza ve korkutma ile başarı sağlanmaya çalışılıyor. Ama burada asıl şey teşvik etmektir, motive etmektir. Bu da yeri geldiğinde hak edene ödül vermekle olur. Hak edeni tebrik etmekle olur. Kocaeli de bunun noksan olduğunu biz yakınen görüyoruz yani.

Evet


Yakınen görüyoruz…


Onun için diyorsunuz ki, Kocaeli de eğitimin durumu pek iç açıcı değil şu an için!


Maalesef! Maalesef! Yani bu kadar yatırımlar olmasına rağmen, bu kadar çalışmalar olmasına rağmen bu gidişle başarıyı yakalamak ta mümkün değil. Yani Kocaeli de eğitim yetkilileri bu konuda çok yeterli olamıyor. Veya Kocaeli de Türkiye de olduğu gibi Kocaeli de de eğitim yetkililerine bu iş bırakılmıyor. Her yetkili kendisini aynı zamanda milli eğitim müdürü olarak görüyor! Haliyle milli eğitim müdürü kimdir çok belli değil yani?


Her yetkili derken orayı biraz açar mısınız?


Her yetkili derken “ita amirlerini” kast ediyoruz. İlçelerde bakıyorsunuz ita amirleri milli eğitim müdüründen daha çok milli eğitim müdürlüğü yapıyor. Veya ilde milli eğitim müdürünün hiçbir inisiyatif bırakılmadan her işe karışılarak her işi yönlendirilerek efendim, kendine özgüven bıraktırmayacak şekilde müdahaleler yapılarak verimli olma şansı bırakılmıyor. Veya kendini gösterme şansı bırakılmıyor.


Sayın Keleşoğlu, eğitimin içeriği ve eğitimde özgürlükler adına yaptığınız birçok eylemler var. Bu eylemlerden birinde başörtüsü takmıştınız ve dış basında da geniş bir yankı bulmuştu. Buradaki amacınız neydi, amacınıza ulaştınız mı?


İşte beni sendikacı yapan anlayışta bu. Ülkemizde maalesef jakoben bir anlayışla insanların fikrine, zikrine, anlayışına, inancına saygı duyulmuyor ve insanlara dayatma anlayışlar geliştiriliyor. Ve dayatma kılık kıyafet önerileri düşünülüyor. Geçmiş yıllarda maalesef ülkemizde insanlar inandığı gibi yaşama ve inandığı gibi giyinme hakkı insanlarımıza verilmedi. Veya okuyan insanlarımıza sen okuyacaksan bizim kalıbımıza uyacaksın, bizim kalıbımıza uymuyorsan mantıksız, mesnetsiz yani hürriyetten uzak bir anlayışla dayatılan kalıba uymuyorsan sen okumayacaksın. Sen git evinde annelik yap, ev hanımlığı yap, çobanlık yap okuma. Okuyacaksan bizim istediğimiz kılıkta, kıyafette, anlayışta fikirde zikirde okuyacaksın deniyor.


Ya bizim gibi ol ve düşün, ya da git evinde otur!


Halbuki öğretmenlere bu dayatılıyor. Öğretmen yıllarca okumuş, yirmi seneye yakın okumuş öğretmen çıkmış, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirecek. Ama kendisi ne giyecek hürriyetine sahip değildir. Haliyle…


Güvenilmiyor mu memura?


Güvenilmiyor, güvenilmiyor. Milletin örfüne, âdetine, inancına aykırı dayatmalar yapılıyordu. İşte o dayatmalar neticesinde malumunuz hukuk adına müthiş manada hukuksuzluklar geliştirildi. “Devlet bazen rutinin dışına çıkar” dercesine aynı zamanda hukuku da rutin dışına çıkararak Danıştay’ın başörtülü öğretmenin sokakta da kötü örnektir fetvasını vermesini biz Eğitim Bir Sen ve Memur Sen yönetimi olarak protesto etmiştik. Ve bunu protesto ederek Ti’ye almayı en sivri şekilde nasıl yaparız diye düşünmüştük ve onunla ilgili büyük hazırlıklar yaptık. Ve ses getirecek bir hazırlık yaptık. Onunla ilgili bir sürü dövizler hazırladık. Bir sürü broşürler hazırladık ve biz de şekil olarak sen mi dersin ki başörtülü öğretmen, bayan öğretmen sokakta kötü örnektir, biz erkekler olarak başörtüsü takacağız. Al sana dalga geçmek dercesine bir anlayış geliştirdik. Ve biz erkek öğretmenler olarak, erkek memurlar olarak Kocaeli’nin en işlek caddesinde ki polise rağmen bir eylem gerçekleştirdik. Ve orada basın açıklaması yaptık. Basın açıklaması ve bizim eylem tarzımız kamuoyunda büyük yankı uyandırdı.


Özür diliyorum, polise rağmen derken!


Polise rağmen derken biz en işlek yer neresi orada yapalım dedik. Fethiye caddesi en işlek yerdi Kocaeli’nde. Ben düşündüm bunu yani. Fethiye caddesinde yapacağız dedik ve sendikal eylemleri de, yapılacak eylem konusunda emniyete bilgi verilir. Biz de emniyete bilgi verdik. “İzin almak değil” bilgi verdik. Meğer il bilmem ne özel kanununa göre de, bazı yasak bölgeler varmış ve eylem yapılacak alanlar varmış. Onu biz eyleme gittiğimizde öğrendik. Bizim arkadaşlar oradan uzaklaştırılıyordu. Ben de mutlaka burada eylem yapacağız dedim. Bunun üzerinde polisler arkadaşları uzaklaştırıyor ben geri gönderiyorum. Geldi komiser bana; siz dedi burda eylem yapamazsınız. Burası eylem yeri değil aşağıda yapacaksınız. Ben dedim, polisten biz izin almıyoruz, polise bilgi veriyoruz. Biz eylemimizi burda yaparız. Ben işlem yaparım dedi. Yahu herkes işini yapsın dedim. Sen işini yap, ben de işimi yapayım. Ne olur olur dedik. Ve ondan sonra ben savcılığa verildim bu eylemden sonra. Bana dendi ki 29.11 no’lu dosya senin git bak bakalım nedir şeyin falan. Gidiyorum 29-11 nolu dosya diye bir şey yokmuş, meğer 29.11.2911 sayılı gösteri ve yürüyüşler kanununa muhalefetmiş o! Gittik, işte onunla ilgili yapılan tahkikatta biz sendikacı olarak haklı çıktık ve takipsizlik verildi yani.


Uluslar arası, batı, yani dış kamuyu basın bile bunu önemsediğine göre sanırım böyle bir eylem daha önce yapılmamıştı?


Bu Memur Sen tarihinin belki en etkili en yaygın, en tutan eylemi oldu. biz orada özetle başörtülü öğretmenin kötü örnek olmasına, “o zaman basında da flaş haber olarak çıkan kısmı; kimse Karafatmaların, Nene Hatunların, Satı Kadınların, Zübeyde hanımların, Latife Hanımların örtüsüne kötü örnek diyemez dedik. Ve kimse bizden işyerlerimizde, okullarımızda örtünmeyelim ama bari sokaklarda örtünmemize izin verin, lütfedin dememizi beklemesin. Başörtüsü ne sokakta, ne okulda, ne işyerinde hiçbir gerekçeyle asla engellenemez demiştik ve bir haftadır bunu kutluyoruz. Ve başörtüsünü de saklıyorum, müzayedeye sokacam (gülüşmeler).


Sayın Keleşoğlu Memur Sen sadece başörtülerin başörtüsü için değil bütün memurların kıyafetleri için bir eylem başlatmıştı. Şimdi bazı memur senlilerin “biz sadece başörtüsü için eylem yaptık, diğer erkek kıyafetleri fazla önemli değil!” şeklindeki açıklamalarına ne diyorsunuz?

Şimdi mutlaka Memur Sen’in yaptığı eylem kılık kıyafet özgürlüğü eylemiydi. Tabii bunun temel taşını oluşturan en büyük, kabul etmediğimiz yasakların başında da başörtülü bayanların başörtülü görev yapmalarının engellenmesiydi mutlaka. En büyük ve baş sebeplerden birisi buydu. Ama salt bu değil, gelişmiş Avrupa ülkelerinde insanların ne giydiğine değil, ne ürettiğine bakılır.

Evet


Ve her yerde bu böyledir. Doğrusu da böyledir. Yani öğretmen olsun memur olsun, şunu giyeceksin, bunu giyeceksin! Asker değil, polis değil üniforma giysin. Memur kendisini hangi kıyafette daha özgür veya daha rahat hissediyorsa onu giymelidir. Haliyle hele hele inancı gereği başını örteceklerin engellenmesi noktasında çok büyük tepkimiz vardı. Ve Memur Sen eyleminin birinci raundu diyelim alındı. Ama maç bitmedi! Biz maça devam ediyoruz. Biz en azından erkeklerinde kravat takma özgürlüğünü elde etmesini istiyoruz.

Takmama özgürlüğünü


Kravat takmama özgürlüğünü (gülüşmeler) elde etmesini istiyoruz. Tabi Kravat takana da niye takıyorsun demek olmaz. Denmemesi lazım. Gerçekte bu çağdışı bir anlayış. Bu gelişmiş Avrupa ülkelerinin veya gelişmiş ülkelerin normaline uymayan bir anlayış.

Sayın Keleşoğlu, Memurun vakarını kravata, cekete indirgeyenler, yaz kıyafeti için hiç yorum yapmıyorlar. Örneğin yazın erkek memurlar pantolon, keten pantolon ve gömlekle okula gittikleri zaman, kurumlarına gittikleri zaman bu devlet memurunu zedelemiyor mu? Bu mantıkça.


Zaten kendi içinde çelişki var. Yazın bu böyle oluyor bir şey olmuyor da, kışın niye bir şey olacakmış gibi korkuluyor veya çekiniliyor. Niye engelleniyor? Zaten kendi yaptıklarında tenakuz var, çelişki var. Haliyle bizim haklılığımız görülecek ve biz bu eylemin sonucunda serbest kıyafet özgürlüğünü kazanacağız. Bu arada bayanlar şu anda serbest kıyafet özgürlüğünü kazandılar. Erkekler olarak biz onlardan destek istiyoruz. Komisyon kuracağız. Mağdur erkekler komisyonu diye….


Eşitlik istiyoruz (gülüşmeler)….


Eşitlik istiyoruz. Yani burada pozitif ayrımcılık noktasında çok ileri safhalara gidildi bayanlar adına. Erkekler adına da negatif bir ayrımcılık görülüyor. Bu negatif ayrımcılığın kaldırılması için biz sonuna kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.


Pozitif değil eşit.


Eşit :))


-Sayın Keleşoğlu son yıllarda hükümet eğitime çok büyük bütçeler ayrıldığını ve hükümetin bütçesi arasında en büyük payı eğitime ayrıldığını söylüyor. Bu eğitimin derdine çare oluyor mu? Olmuyorsa neden olmuyor?


Şimdi Türkiye geniş nüfusu hızla artıyor ve büyük bir potansiyele sahip. Haliyle bu eğitime ayrılan pay noktasında bütün medeni ülkelerde zaten en büyük pay eğitime ayrılır. Ama Türkiye’de antidemokratik süreçlerden geçilen dönemler yaşandığı için en büyük pay milli savunma bakanlığına ayrılıyordu. Yakın senelere kadar, 3-5 sene öncesine kadar milli savunma bakanlığı en büyük paya sahipti. Milli savunma bakanlığının yaptığı da neyi bilmiyoruz yani. O payla ne yaptı ne etti çok bilinen bir şey değil. Hatta denetim dışında da tutuluyordu zannediyorum. Sonuçta hükümet uyandı, devlet uyandı. Burada asıl mesele eğitimdir anlaşıldı. Eğitime en büyük pay ayrılıyor. Ama eğitim açığı her yönüyle büyü açıklar var. Yani okullaşma oranlarında, sınıflardaki öğrenci sayısının yoğunluğu oranında sıkıntılar var. Tabii bina eksiği var, altyapı eksiği var, teknoloji eksiği var. Ama bunların hepsi tamam olsa bile asıl eğitimi öğretimi verecek olanlar eksik bırakılıyor. Yani bir öğretmen çoluk çocuğun nafakasını nasıl temin edeceği noktasında, maaşı yetmiyor noktasında sıkıntısı varsa, onun öğrencilere “ne kadar verimli ortam olursa olsun” kendisinin verimli bir şekilde ders vermesi, verimli olması çok beklenemez. Haliyle öğretmenlerin maaşlarına da eğitime ayrılan payın yansıtılması gerekiyor. Hele hele şu anda bir öğretmen ek ders ücreti olarak çok komik bir rakamla çalıştırılıyor. 8 lira ek ders alıyor. Bir ayakkabı boyacılığı yapsa çocuk 20 lira 25 lira saatte kazanır. Ama bir öğretmen bir ders saatinden ancak 8 lira alabiliyor. Bu da Türkiye’nin bir ayıbı. Öğretmene verilen, eğitime verilen değerin göstergesidir.


Tabii değersizleşiyor.


Bir saat ders verene siz sadece ve sadece 8 lirayı layık görüyorsanız, bu sizin eğitime verdiğiniz önemi, değeri gösterir.


İnternette bir tepki dolaşıyor; ücretli öğretmen girdiği ders ücreti kadar ücret alacaksa, milletvekilleri de girdikleri oturum kadar ücret alsınlar şeklinde. Bu konuda bir yorum yapmak ister misiniz?


Bu konuda baktığın yani açıya göre değişir. Milletvekillerinin de sorumlulukları, çalışma ortamı vs. zorlukları mutlaka vardır. Ama herkes kendi yaptığı işin değerini, ehemmiyetini bilir. Milletvekillerini yetiştirenlerde öğretmenlerdir. Onlara ders verenlerde öğretmenlerdir. Haliyle, öğretmenlere ekonomik olarak ta, yaptıkları işin değeri karşılığı verilmeli. Bu kadar.


Sayın Keleşoğlu sağlıkta malum, iletişimde ve hukuk sisteminde en tepede bakanlık makamında oturan sayın bakanlarımızın hepsi meslekten gelme. Örneğin sağlık bakanlığında sağlıktan gelme, adalet bakanlığında hukukçu, ekonomi bakanı ekonomist, ama Milli eğitim bakanı milli eğitimin içerisinden, yani ilkokul, ortaokul, lise bir süreçten gelmeyen bir kişi olmasının bir etkisi var mı sizce?


Şimdi bu bakış açısına göre değişir. Bakanlık çalışma süreçlerinden geçmiş insanlarla yönetiliyorsa başarıyı yakalama şansı ve temel sorunları tespit etme, görme, çözüm yollarını şansı olur. Ama eğitim öyle bir alan ki demin dedik ya ita amirleri her şeyden çok milli eğitim müdürlüğü yapabiliyorlar. Yani bu anlayış her yerde geçerli. Haliyle herkes okullardan geçtiği için, okuyarak geçtiği için, herkesin okullardan geçen işte üniversite bitiren öğrencilik şeylerinde okuldan geçtiği görülerek milli eğitim bakanlığı yapabileceği düşünülüyor. Bunda geçmişte kötü örnekler var. Ama burada asıl mesele milli eğitim bakanları zihniyet olarak tabanda eğitimi veren kişilerin görüşünü alması onları hoşnut etmeye çalışması ile başarı elde etme şansı var. Tepeden inme yönetmeliklerle, kanunlarla, talimatlarla işi yürütmeye kalkardan, eğitimi veren eğitim ordusu, şu anda 800 bin eğitim ordusu var, öğretmen var ve bunları küçükseyecek şekilde tavır ve davranışlarda bulunursan, onların fikirlerine, efendim başarılı olma yöntemlerine değer vermezsen senin de bakanlık makamında başarılı olma şansın yok. Devlet olarak ta başarılı olma şansın yok. Şimdi diğer bakanlıklarda tabandan gelen, temelden gelen insanlar bakan oluyorlar. Ve hele hele Türkiye’de sağlık bakanlığı son on yılda müthiş manada çığır açtı.


İnanılmaz işler yaptı.


İnanılmaz işler yapıldı. Ama belki en zor bakanlıkta milli eğitim bakanlığı, en büyük ordu milli eğitim bakanlığında var. Yani milyonlarca kişiye hitap ediyor. Hitap etmediği kesim yok. Haliyle hem bu fikirsel olarak ta hem bunun altyapısında dikiş tutturulamıyor. Bir de gider bakımından da veya eğitimi verecek kişilere önem verme noktasında da gerekli eksiklikler giderilmediğinden başarı istenilen oradan olamayacaktır. Ne zaman ki, eğitim veren ordu, eğitim ordusu değerlendirilir, değerli kılınır, ona özgüven verilir, ona güvenilirse ve ücret olarak ta çalışmasının, emeğinin karşılığı gerekli şekilde verilirse o zaman öğretmenlerin verdiği eğitimin ülkemize çok büyük faydası olacağına inanıyoruz.
Burada şunu söyleyebiliriz aslında. Öğretmenler ek ders alıyor almıyor mevzuları var! Öğretmenler bugün dolgun maaşla mesai gözetilmeksizin çalıştırılmalı belki de. Böyle bir sisteme de geçilmeli. Yani sekiz – beş memur gibi çalışsın. Ama bu derse giriyor. Girmediği zaman hazırlık yapacak, öğrenciyle ilgilenecek. Rehberlik yapacak. Materyalleri hazırlayacak, dersini hazırlayacak şekilde sekiz – beş çalışsın. Ama bugünkü parayla da en azından 3500 TL maaş alsın.


Üniversitedeki öğretim görevlilerinin, öğretim üyelerinin çalışma şekli iyi bir örnek olabilir mi? Çünkü onlar fazla ders almıyorlar, daha çok bilimsel araştırmalarla uğraşıyorlar.


Üniversiteler konusu muamma bir konu. Ben üniversiteyi tanıdıkça üniversite gözümden düşüyor!


Sayın Keleşoğlu Milli Eğitim Bakanlığı 10 yıldır onlarca yönetmelik çıkardı ve tamamının ömrü çok kısa oldu. Önceden bir hükümetin yaptığı yönetmeliği diğer hükümet gelip değiştiriyordu. Şu anda ise aynı bakanlığa ait hükümete ait değişik bakanlar geldikçe sürekli yönetmelikleri değiştiriyorlar. Sizce bunun sebebi nedir?


Aynı hükümete ait değil aynı bakana ait birkaç çeşit yönetmelik oluyor yani. Aynı bakana ait birkaç çeşit yönetmelik var. Bunun sebebi de eğitimde arayışlar. Arayışlar ….


Arayış için 10 yıl çok uzun bir zaman değil mi?


Çok uzun. Kesinlikle çok uzun. Yani bir de herkesi memnun edecek bir şekilde altyapı hazırlığı var. Yani başarılı olmanın yolunu bilmiyorum demiş adam. Ama başarısız olmanın yolu kesinlikle herkesi memnun etmekten geçer diyor. Herkesi memnun etmek istersen başarılı olamazsın. Bir DSP dönemindeki atama yönetmeliğini arar olduk. Çünkü en azından bir şey vardı. Bir tutarlılığı vardı. Ona göre bir şeyler yapılıyordu. Veya iptal edilme durumu yoktu.


Sayın Keleşoğlu, Hükümet Mesleki Eğitime Önem Verdiğini Belirten Açıklamalar yapmaktadır. Ancak, geldiğimiz noktada görülen odur ki, “mesleki eğitim, hiçbir hedefi olmayan öğrencilerin toplandığı binalar” şekline dönüşmüştür. Mesleki eğitimde doğru yolda mıyız?

Maalesef dediğiniz gibi oldu. Ama mesleki eğitim bütün milletlerin önemsemesi gereken, önemsediği, kalkınmış ülkelerin önemsediği bir eğitim. Haliyle ülkemizin kalkınması da, her yönüyle kalkınması, ekonomik olarak, sanayi yönüyle vesaire kalkınmasının temelinde mesleki eğitimin yaygınlaştırılması gelir. Kocaeli de bu meslek liseleri mesleki eğitim sanayi bölgesi olması hasebiyle yaygın. Ama şöyle bir handikap var. Akademik eğitime gidemeyen öğrenciler, yani hiçbir işe yaramayacak öğrenciler, hesap kitap, çarpım tablosunu dahi bilmeyen öğrenciler meslek lisesine giderler, meslek lisesini bir şekilde bitirirler, hiçbir şey olamayacaklarsa bile bir meslek sahibi olurlar diye görülüyorlar. Bu mantık hiç doğru bir mantık değil. Halbuki her meslek çok önemli, her meslekte de yetişecek elemanlar başarılı öğrencilerden olması lazım. Bu ülkenin her yönlü kalkınmasının gerekliliği. Bunu teşvik edecek bir altyapı oluşturacak ki, geçmiş yıllarda tam tersi mesleki eğitimin önü darbelenmişti. Düşünebiliyor musunuz, meslek lisesi elektrik bölümünden mezun olan birisi elektrik mühendisliğine gidemiyor, ama Anadolu lisesinden hiçbir tornavida dahi eline almamış, kontrol kalemini dahi tanımayan adam elektrik mühendisliğine gidebiliyordu! Bu konuda hükümet büyük adımlar attı. Katsayı farkını kaldırdı hatta belki katsayıyı tersine işletmesi lazım. Orda çünkü üniversite sınavlarında çıkan soruların altyapı dersleri çok görülmüyor meslek liselerinde…


Doğrudur…


Haliyle, orda başarısına başarı katacak puan katıp onun asıl temelden gelen insanların mühendisliklere gidebilmesinin önü açılmalı. Onlar teşvik edilmeli, ek puan onlara verilmeli diye düşünüyoruz.
Böyle bu şekilde olursa Anadolu liselerinin önü tamamen kapanmaz mı? Ya da Anadolu liseleri olması gerekiyor mu?
Zaten şu anda lise kalmadı hepsi lise yani Anadolu liselerinin hepsi lise oldu. Liseler var, meslek liseleri var. Önceden lise vardı, Anadolu liseleri vardı, meslek lisesi vardı işte akademik eğitim yapacaklar Anadolu lisesine gidiyordu falan, şimdi inşallah bu son gelişmelerle mesleki eğitime yöneliş başarılı öğrencilerde artacak ve meslek düşünmeyip de akademik düşünenler Fen liselerine şuraya buraya gidecek, hiçbir işe yaramayacaklar çarpım tablosunu bilmeyenler de Anadolu liselerine gidecekler… (gülüşmeler….)

Sayın Keleşoğlu, bir öğrenci makine mühendisi olmak için üniversite sınavında sayısalı bilmek zorunda olduğun hepimiz biliyoruz. Aynı şekilde bir tıp doktorunun, bir elektrik mühendisinin, sayısalı bilmeden bu mesleklere giremeyeceğini biliyoruz. Üniversitelerdeki derslere paralel dersler görülen meslek liselerine öğrenci alırken neden aynı kriterleri göz önünde bulundurmuyoruz sizce?


Demin de söyledik yani meslek liselerinde bu akademik başarı dersleri mutlaka olmalı. Ama bunlar dengeli bir şekilde olmalı. Çocuklar bu dersleri önemsemeli. Sınavlarda bunlarda olmazsa olmaz olan alanlar. Haliyle çocuklar bunları önemseyecek, gittikleri zamanda bu alanda altyapıları olduğu için akademik eğitimden geçe insanlardan çok daha başarılı olacaklar, çok daha tutarlı olacaklar. Yani normal bir Anadolu Lisesi mezunu, fen lisesi mezunu mühendisliğe giderek herhangi bir alanda sanayi alanında, şurda burda temelden yetişmediği için çok başarılı olma şansı yok. Ama çekirdekten yetişen meslek lisesi öğrencilerinin bu alanda teşvik edilerek başarının Türkiye için de olması gereken bir alan olarak teşvik edilmesi lazım ve çocuklara mutlaka ek puan verilmesi lazım.


Sayısalı bilmeyen bu tip öğrencilerin alınmaması gerekir diye düşünüyorum.


Doğrudur. Zaten sanayi olsun, meslek olsun her şey sayısal gerektiriyor. Mutlaka gerektiriyor. Ama şu anda Türkiye’deki yapıda meslek liselerine giden öğrencilerin % 80 – 90’nı sayısaldan başarısız olan öğrenciler. Evet böyle ters bir orantı var. İşte bu düzelecek ki…

Yolu açılsın


Evet.


Sayın Keleşoğlu Kocaeli için önemli hir husus vardı belirtmek istediğimiz. Bilindiği üzere Kocaeli bir içi deniz olan Marmara Denizine sahip. Bu nedenle Büyükşehir belediyesi bir sürü zararı göze alarak denizcilik işletmeciliğini kapatmıyor. Zarar ede ede denizciliği geliştirmeye çalışıyor ki, bu konuda çok mantıklı bir karar verdiğini düşünüyoruz. Büyükşehir belediyesinin böyle düşündüğü bir ortamda Kocaeli de bildiğimiz kadarıyla iki tane Denizcilik Meslek Lisesi var. Bunlardan birisi Hereke Nuh Çimento Endüstri Meslek Lisesi bünyesinde, diğeri Gölcük Endüstri Meslek Lisesi bünyesinde. Acaba Kocaeli gibi bir iç denizi olan bir yerde denizlerden daha fazla faydalanmak için serbest, bağımsız bir binada Denizcilik Meslek Lisesi açılabilir mi?


Salt denizcilik Meslek Lisesi Kocaeli’nde olması gereken bir şey. Eğer denizcilik meslek lisesi olacaksa bütün ilçelerde olması gerekir. Derince’sinden, Körfez’inden, Karamürsel’inden, İzmit’inden hepsinde olması gerekir. Ama belki de iki tarafı kapsayacak şekilde salt denizcilikle ilgili bölüm olursa, bina olursa ve de bunun alt yapısı “denize uzanan alt yapıları” da olursa çok daha gerçekçi olur, çok daha verimli olur. Zaten Türkiye’de demir yolları önemsenmedi. Sonunda üç senedir demiryolları kapalı. İnşallah toplu taşımacılığın en temel taşı olan Demir yolları işte deniz yolları, bu gelişmiş ülkelerde çok güzel işletilen alanlar. Türkiye’de bu bir şekilde sanayicilerin veya rantı elinde bulunduranların engellemesiyle mi ne ile olduğu belli olmayan bir şekilde mantıksız karayolu trafiği var. İşte keşmekeşler oluşuyor. Trafikte bir sürü hayati sıkıntılar yaşanıyor. Yollar yetmiyor, benzinler yetmiyor. Niye! Herkes ….


Karayolunu…


Karayolunu tercih ediyor. Bu kesinlikle hem demir yolu, hem denizyolu ağının özendirilmesi ve alt yapısının da güzelleştirilerek teşvik edilmesi gerekiyor.


Sayın Keleşoğlu, bu arada kulağımıza gelen bilgiler, duyumsamalar Gölcük’te bulunan Denizcilik Meslek Lisesinin orta hasarlı bir binada devam ettiği, tehlike arz ettiği yönünde. Bu konuda bir bilginiz var mı?


Ben o konuda bir şey bilmiyorum ama çok ilginç olur yani! Zaten gölcük depremi deniyor biliyorsunuz asrın depremine. Bu Gölcük depremi olan ilçede hasarlı bir binada eğitim yapılıyorsa, vallaha buna yetkililerin acil müdahale etmesi lazım. ve buna yetkililerin mutlaka müdahale ederek sağlıklı, çok daha imkanları geniş olan binada eğitimin yapılması, eğitim alanı açmaları gerekiyor!


Sayın Keleşoğlu, eğitimi bu kadar içine girmiş mesleki eğitimin önünün açık olması gerektiğinden bahsetmişken, gündemi şu anda çok meşgul eden ODTÜ olayları, en büyük eğitim kurumlarımızdan, en köklülerden birisi, ODTÜ olaylarıyla ilgili bir yorumunuzu alabilir miyim? Gezi olaylarıyla başlayıp ODTÜ olaylarıyla devam eden olaylar hakkındaki yorumunuzu….


Gezi olayları ve ODTÜ olaylarının asla Ağaç sevdasından kaynaklanmadığını herkes biliyor! Malumunuz, gezi olaylarının temelinde dâhili ve harici bedhahlar yatıyor. Bu insanlar Türkiye’deki çıkarlarının, dış mihraklar Türkiye’deki çıkarlarının engellendiğini, bu hükümet tarafından engellendiğini ve Türkiye’nin millileştiğini, Milli Menfaatler öncelendiğini görmesinden rahatsız olan odaklar ve Türkiye’de Halk İradesinden umudunu kesenler, sandıktan umudunu kesenlerin de teşvikiyle, tazyikiyle Taksim’de üç tane ağacı bahane göstererek ortalığı yıktılar. Hak hukuk ararken, bir sürü haksızlık hukuksuzluk yaptılar. Ama başbakan onların sözcülerin çağırıp onlara “ne istiyorsunuz siz, bu eylemlerle ne demek istiyorsunuz?” diye sorduklarında, onlar dillerini altındaki baklayı çıkardılar. “biz tüp geçidi istemiyoruz, üçüncü havaalanını istemiyoruz, üçüncü köprüyü istemiyoruz. Bir de Kanal İstanbul’u istemiyoruz. Eee bunu istemeyenler, Avrupa ülkeleri istemiyor. Onlar ekonomik menfaatleri gereği Türkiye’nin bunları yapmış olmasının, onların ileriye dönük darbe vuracağından korktukları için onlar da bunları istemiyor. Bizim geziciler de bunları istemiyor.


Sayın Keleşoğlu…


Demek ki kuklalık yapıyorlar.


Sayın Keleşoğlu, ODTÜ gibi teknik kapasitesi çok yüksek ve Türkiye’nin en büyük teknik üniversitelerinden biri sayılan bir üniversitenin eğitimi bu şekilde kullanması, gezi olayları ile bağlantılaması, bunun eğitime faydası nedir?


ODTÜ’de zaten var olan alt yapı müsait. Yani bu tip şeylerde her ne kadar üniversiteler Türkiye’de demokrasinin, özgürlüklerin gelişme beşiği olarak görülse de, maalesef biz geçmiş dönemlerde üniversitelerde üniversite rektörlerinin “ordu göreve” diye bağırdığını, darbe çığırtkanlığı yaptığını biliyoruz. Aynı anlayış ODTÜ’de de hakim. ODTÜ’de de şu anda sürdürülmeye çalışılan, Türkiye’nin huzur ortamının bozulması için gayret sarf eden bir anlayış var. Bu anlayışın eğitimle, öğretimle asla bir alakası yok. Hatta her yönüyle darbe vurmaktan, eğitime darbe vurmaktan başka bir şey değil. Bunlar kesinlikler ideolojik saplantılarının efendim şu andaki mevcut gidişattan memnun olmayışlarının tezahürü olarak görülüyor. Kesinlikle bunlara millet pirim vermeyecektir. Bunlar asla başarılı olamayacaktır. Çünkü akl-ı selim, sağduyu başarılı olacaktır. Bunlar da yaptıklarıyla baş başa kalacaklar. Ve ilerde onların da nedamet duyacağına inanıyorum.


Bu işten diyorsun eğitime fayda olmadığını, pişman olacaklarını görüyoruz!


Kesinlikle, kesinlikle. Eğitime fayda değil zarardan başka bir işe yaradıkları yok. Maalesef Türkiye’nin en köklü üniversitelerinden birisinin de bunun mimarlığını yapmış olması bizim için bir handikap. Ayıp oluyor yani.


Zaten Türkiye’nin en büyük teknik üniversitesinin üçüncü köprüye, yollara, hızlı trene vs karşı çıkmasının akıl mantık çerçevesi içerisinde görülmesi pek makul değil.


Aynen.


Sayın Keleşoğlu eğitimin dışında Memur Sen Kocaeli Şube temsilcisi olmanız hasebiyle farklı bir konuya temas etmek istiyorum. Son zamanlarda ilimizde bir akil insanlar heyeti geldi. Bir Barış Süreci konuşmasına. Akil insanlar ve Barış süreci konusunda da kısaca fikirlerinizi alabilir miyim?


Akil insanlar heyeti oluşturulmasının sebebi biliyorsunuz Türkiye’de 30 yıldır var olan terör belasından kurtulmak. Türkiye’nin en büyük kamburu, ekonomik olarak ta bizim geride kalışımızın, her yönüyle geride kalışımız temin eden handikapımız, çukurumuz olan terör belasından kurtulmak için hükümet bir barış süreci başlattı ve bu barış sürecinde haliyle sivil toplum örgütü liderlerinden destek istedi. Birçok sivil toplum örgütü lideri bu barış sürecinde akil insan, toplumun nabzını ölçmek için oluşturulan heyete çağrılan bu insanlar hepsi bunu kabul ettiler. Bunu kabul etmeyenlerin başında bir Kamu Sen başkanı geliyor. Bir de, bir kişi daha vardı! Kim di o? Birisi daha vardı o sanatçılardan mı, birisi daha vardı. Akil insanlar heyetine, bu barış süreci oluşturulan bu heyete, Türkiye’nin her fraksiyonundan her görüşten insan çağrıldı. Her görüşten insandan katkı istendi. Ve Türkiye’nin bu kanayan yarasına merhem olunmak için çağrılan insanların tamamına yakını bu görevi kabul ettiler. Ve çağrılanlardan birisi de bizim Memur Sen genel başkanı Ahmet Gündoğdu’ydu. Biz Memur Sen olarak terör sürecine hem Türkiye’nin bir belası olarak bakıyoruz, hem de ekonomik sorunların başında gelen bir bela olarak görüyoruz. Terörün bitmesi sendika olarak ta bizim çok büyük menfaatimize yarar sağlayacak. Hem de ülkemizin huzura kavuşmasını sağlayacak. Bu manada Türkiye’nin en büyük sivil toplumu olan Memur Sen bu iş için terör belası için elini taşın altına değil, başını taşın altına koydu. Ve bizim genel başkanımız bu akil insanlar heyetine birçok kesimden, hatta üyelerimizden dahi tepki alacak şekilde burada başımızı taşın altına koyduk. Ve bu heyete girdi. Girmekle de çok iyi yaptı. Çünkü Türkiye’nin son şansıydı barış süreci. Türkiye’nin birliğinin, dirliğinin korunması için son, efendim en güçlü bir adımdı. Bu adıma da mutlaka Türkiye’nin en büyük sivil toplum örgütü olarak destek vermek zorundaydık ve verdik de.
Bunla ilgili heyetler illere gezi yaptılar. Bizim ilimize de geldiler. Bizim ilimize geldiklerinde de her ilde olduğu gibi sivil toplum örgütleri çağrıldı. Liderler çağrıldı. Sivil toplum örgütü temsilcileri çağrıldı. Onların görüşleri, bu konudaki menfi ve müspet görüşleri alınarak, heyetler fikir oluşturdular. Ve bunu hükümete sundular. Kocaeli’ne geldiklerinde maalesef her ilde olduğu gibi Kocaeli’nde de bu işe karşı olanlar, barış sürecinin olmaması gerektiği olmasın diye uğraşanlar, çünkü kaostan kandan beslenenler Barış süreci olduğunda kendilerinin artık varlık sebebinin kalmayacağından korkanlar barışı istemiyorlar ve Türkiye’nin bölünmüşlüğe giden yolda devam etmesini istiyorlar. Haliyle, her ilde bu konuda gelen heyetleri sabote etmeye çalışıldı. Ve ilimizde de bunla ilgili yapılan toplantıda, ben de bulundum toplantıda, bu işe karşı olanlar sürekli söz alarak, sürekli heyete hakaret ederek, tahkir ederek, orda gelenleri azarlayarak, bağırarak, çağırarak bu işi sabote etmeye çalıştı. Ama aklın yolu bir. İnsanlarımız bu sürece büyük bir oranda destek veriyorlar. Türkiye’de bu oran % 70 – 80’leri buldu. Bazı bölgelerde çok daha ilerde. Biz bunun böyle olacağını ve bunun böyle olması gerektiğine inandığımız için genel başkanımız ve Memur Sen olarak bir üye mi ülke mi anlayışına bakmadık. Bir tane üye kalmayacak olsa bile ülke kurtulsun anlayışıyla bu konuda varımızı yoğumuzu seferber ettik. Genel başkanımızı heyete kattık. Ve bunun da Türkiye semeresini görmekte, görüyor. Yaklaşık 8 aydır bir tane şehit sözü duyulmuyor. Türkiye barışa doğru gidiyor. Türkiye barışa gittiği zaman, işte Türkiye’nin eğitime yapacağı yatırımı şu ana kadar savaşa yapıyordu. Efendim milli savunma konusunda yapıyordu. Haliyle bu yatırımlar eğitime dönecekti. Bu yatırımlar milletin cebine dönecekti. Onun için hem Güneydoğusu, hem doğrusu, hem ülkemizin her tarafı abad olacaktı bunun sonucunda. Çünkü 500 milyar doların üzerinde bir para bu işe harcanmıştı.


Teröre harcanmıştı. Bu arada Güneydoğudan barış süreciyle birlikte duyumlarımız, en ücra köşelerdeki okullarımızın tekrar eğitim öğretime başladığı şeklinde. Bunun da eğitime iyi yansıyacağını düşünüyorum.


Mutlaka. Mutlaka. Yani düşünebiliyor musunuz, öğretmenlerin ölüm tehdidi altında yaşadığı bu bölgelerde şimdi barış süreciyle insanlar kucaklaşıyor ve öğretmenler de, daha rantabl, daha verimli şekilde çocuklarla, oradaki halkımızın çocuklarıyla ilgilenebiliyor, onlara eğitim verebiliyor. Bu her yönüyle bize artılar kazandıracak bir anlayış. Biz bunu gördüğümüz için, Türkiye’nin de son şansı ve olması gereken bir anlayış olduğuna inandığımız için biz bu konuda her türlü fedakârlığı yaptık.


Yoğun koşuşturmalarınız arasında zaman ayırdığınız ve gündem hakkındaki fikirleriniz bizimle paylaştığınız için teşekkürler…


Ben teşekkür ederim.

Kaynak: (İHA) - İhlas Haber Ajansı Editör: Metehan OĞUZ
 
Etiketler: Halil, İbrahim, Keleşoğlu:, “Kocaeli’nde, en, üst, makamdan, aşağıya, kadar, dengesiz, bir, yapı, var”,
Yorumlar
Ulusal Gazeteler
Süper Lig
Takımlar
P
Av
M
B
G
O
1
Galatasaray
87
73
1
3
28
32
2
Fenerbahçe
85
85
1
4
27
32
3
Trabzonspor
52
54
12
4
16
32
4
Rizespor
48
43
12
6
14
32
5
Beşiktaş
48
42
12
6
14
32
6
Kasımpasa
46
55
12
7
13
32
7
Başakşehir
46
42
12
7
13
32
8
Sivasspor
44
38
10
11
11
32
9
Alanyaspor
42
41
10
12
10
32
10
Antalyaspor
42
36
10
12
10
32
11
A.Demirspor
40
48
10
13
9
32
12
Samsunspor
38
36
14
8
10
32
13
Ankaragücü
37
40
11
13
8
32
14
Kayserispor
37
36
12
10
10
32
15
Konyaspor
36
34
12
12
8
32
16
Hatayspor
33
36
13
12
7
32
17
Gaziantep FK
31
35
17
7
8
32
18
Pendikspor
30
36
16
9
7
32
19
Karagümrük
30
35
16
9
7
32
20
İstanbulspor
16
25
21
7
4
32
Nöbetçi Eczane


Nöbetçi eczanlerle ilgili detaylı bilgi için lütfen tıklayın.

Arşiv
Modül 1

Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.

Haber Yazılımı